Pandemi neleri değiştirdi?
Pandemi süreci yeni tartışmalarıyla birlikte geldi ve tartışmalar devam ediyor. Hem dünya hem de Türkiye açısından bakıldığında insanların çok da alışkın olmadığı alt süreçler devreye girdi.
Dünya yeni bir döneme giriyor, girdi. Dünyada dengeler yeniden kurulacak ama nasıl? Sistem kapitalizm üzerinden mi devam eder yoksa bambaşka bir sistem mi inşa edilir?
Yeni dönemde kapitalizmin tamamen ortadan kalkacağını söylemek güç. Ancak tüm bileşenleri ile yeniden yapılandırılacağı da artık ortadadır. Çok yüksek ihtimalle Kapitalizmin temel kitabı artık A.Smith’in “Milletlerin Zenginliği” olmayacaktır. Milletlerin Zenginliği’nin temel teması bir malın değerinin onun üretimine harcanan emek miktarı kadar olduğu üzerine oturur. Bugüne kadar söz konusu kural geçerliğini korumuştur. Çünkü her ne kadar teknoloji giderek etkisini artırsa da emek gücünün üretim faktörü olarak mecburi kullanımını ortadan kaldıramamıştır. Sosyalist doktrin de bu tema üzerine oturur. Ancak buradaki temel sorun sarf edilen emeğin tam olarak karşılığını alamamadır. Artı değer sürekli ve istikrarlı biçimde burjuvaya akarak onları daha da zenginleştirmektedir. Yüzyıllardan beri işi yaptıran ile işi yapanın bölüşüm sorunu tartışılmaktadır. Bu savaşta enstrüman da, meta da insandır. Ne kadar hümanist ya da heterodoks insani bir paradigma çerçevesinde üretim yapılırsa yapılsın hepsi insanı meta olarak görmektedir. Üreten olmazsa üretim olmaz, üretim olmazsa tüketim olmaz. Emeğin ikamesi başkaca bir üretim faktörü bulunmadığı sürece sistem bu şekilde ilerlemeye mahkumdur.
Teknolojik alanda da bir ilerleme olarak nitelendirdiğimiz bir değişim, dönüşüm var. Diğer taraftan dünya kaynakları da tükeniyor. Teknoloji dünyayı beslemiyor, işler kötüye mi gidiyor?
Teknoloji yeni bir kavram değil. Üretim için teknolojiden etkin yararlanmaya başlayalı 150 yıldan fazla bir süre geçti. Başlangıçta gönyeli torna tezgahlarından sonraları 5 eksen, 7 eksen CNC torna tezgahlarına. Dün görece ilkel makinelerle yapılan işlemler için bugün CNC’leri de aşarak yapay zekayı kullanan makinelerle yapılmaya başlandı. Sonuçta üretimde kullanılan yine bir makine.
Günümüz kapitalizminin asıl temelleri 1940’larda hem kontrol hem de parasal olarak yeni mutabakat (new deal) denilen bir süreçle başladı. Ancak gelinen noktada tahribat su yüzüne fazla çıkmış olmalı ki artık sürdürülebilirlik çok daha fazla dile getirilmeye başlandı. Yaklaşık on küsür yıldır yeşil ekonomi üzerine dersler veriyor ve anlatmaya çalışıyoruz. Çok da etkili olduğumuz söylenemez. Çünkü bu ülkenin halen temel sorunlarını aşamadık. Örneğin yabancı bir yatırımcı geldiğinde yüzlerce dönüm tarım arazisini derhal tahsis etmek bizim için çok da şaşırtıcı değil. Biraz tepki ve gösteri oluyor ancak ardından konu hızla gündemden düşüyor.
Üstelik tepki gösterenlere, yeni oluşan istihdam emsal gösterilerek karşı tepki daha şiddetli oluyor. Her ne olursa olsun gelinen nokta belli. Elbette sadece bizde değil dünyada da belli. Artık sürdürülebilir bir süreçten giderek uzaklaştığımız açıkça ortadadır. Günümüzde tartışılan yeşil yeni mutabakat (green new deal) bu gerçeğin sonucudur. Aynı yeni mutabakatta olduğu gibi bugün farklı bir dünyanın inşasında da yeşil yeni mutabakatı kullanmamız yüksek ihtimaldir. Çünkü dünya giderek yaşanmaz bir hal alıyor. Daha yaşanabilir bir dünyanın yapısı; temiz enerji, temiz üretim, temiz çevre ve en nihayetinde yeşil ekonomi yapısı üzerine oturuyor. Yeşil yeni mutabakat bu söylemin somutlanmış ifadesidir.
Yeşil ekonominin dinamikleri daha sürdürülebilir alternatifler sunuyorsa o halde mevcut üretim yöntemleri ile ilerlememiz mümkün görünmüyor, doğru mu?
Otomasyon, yapay zekâ ve robot teknolojileri çerçevesinde yeni bir üretim tarzı planlanıyor. Etkileşimli yönetim için eski Yunan’da kullanılan simbiyotik kelimesi, kapitalizmin üretimde teknolojiyi etkin kullanması ile sibernetiğe dönüştü. Şimdilerde yine simbiyotik tartışmaları yeniden gündeme gelerek hız kazandı. Ancak bu sefer farklı bir şekilde içine simbiyotiği de alarak nesnelerin internetine evrildi. Daha açık ifade ile nesnelerin iletişimi. Bu yapıda söz gelimi, buzdolabı marketle kendisi iletişim kurabiliyor ve kendi siparişini verebiliyor. Etkilenici faktör olarak insan sipariş edileni tüketiyor. Burada üreten, gönderen ve getiren de robot. Simbiyotik dediğimiz tam bir içsel birbirine girme olayıdır. Hücreler likitleşmiş ve tam olarak ayrıştırılamıyor. Geçmişte makineyle insanı ayrıştırabilirken günümüzde farklı bir ayrışmadan bahsedilmektedir. Misal, evde elektrik süpürgesi yoksa süpürgeyle süpürebilirsin.
Görüldüğü gibi hala ayrıştırılabiliyor. Ancak günümüzde artık evi küçük bir robot kendi kendine süpürebilmektedir. Fiili olarak süpürme eylemi gündemden çıkmış durumdadır ya da çıkmaya adaydır. Ama temizlik gündeminden çıkmış değil. Sadece temizliği sağlayacak aktivasyondan insan gücünün gündemden çıkması mümkün hale gelmiştir. Dolayısıyla bu simbiyotik denilen yapılanmada bir eylem için bir ayrışım söz konusu değildir. Diğer bir örnek, Google’ın insansız araçlarında otobüs şoförü yok. O halde kırmızı ışıkta geçme, yayalara çarpma veya zamanında ulaşamama gibi insani nedenlerden kaynaklanan riskler en aza indiriliyor.
Tüm bu tartışmalar bizi şu soruya itiyor: İnsanlar üretimde bu kadar etkin olamayacaksa o zaman ne olacak? Bu kadar yoğun bir nüfus olmasının nedeni bu insanların hala üretim faktörü olmasından kaynaklanmakta. Bunu gelecekte otomasyona, makinelere, robotlara, yapay zekaya devredeceksek insanın rolü ne olacak?
Sanayiye ve insanın üretim gücüne muhtaç bir dünyada mevcut mesleki eğitimlerin önemi büyüktür. Bugüne kadar yazılmış tezlerin tamamı insanın üretim gücünden daha iyi faydalanmaya odaklanmıştır. Daha iyi yetişmiş bir insan gücü ne anlama gelmektedir? El/kol işçiliğinde daha fazla marifet, yabancı dil bilgisi, çalışma disiplini, hatasız üretim kapasitesine ulaşmak. Ancak artık üretimi robotlara devredeceksek tüm bunlara neden ihtiyaç duyulsun?
Örneğin bir çeviri kulaklığı sayesinde karşımızdakini hangi dili konuşursa konuşsun rahatça anlayabildiğimiz bir teknolojik destekle yabancı dil öğrenimini bugünkü kadar elzem olur mu? Geleneksel eğitimlerin bizlere sundukları ile bugün tartıştığımız yeni dünyanın dinamikleri arasında pek de yakın bağlantı yok gibi duruyor. Daha disiplinli ve kaliteli üretim için harcanan geleneksel eğitim çabalarının, üretim sisteminin otomasyon, robotik teknolojiler ve hatta yapay zeka etkileriyle gelecekte boşa çıkması pek de ihtimal dışı görünmüyor.
Geleneksel emek gücü kullanımı yerini robotlara bırakacaksa artık insanların başka roller üstlenmesi gerekiyor. Örneğin düzenleyici roller. Ortaçağ feodalitesinde, asil sınıf, serfler ve plebler gibi robotlaştırılmış emek gücü sayesinde bu hakkını kullanabiliyordu. Hatta kendini insan olarak addeden kişiler için çalışma onur kırıcı, aşağılayıcı bir eylem olarak algılanıyordu. Dolayısıyla yaşamak için çalışmak zorunda olan serfler veya plebler robot olurken, üretim araçlarını elinde bulundurup çalışmayan asiller insanı oluşturmaktaydı. Asiller düzenleyici rollerini hem toplumu hem ekonomiyi yapılandırmak için kullanırken aynı zamanda kültürel anlamda sanatla, felsefeyle, sporla, mimariyle de uğraşmaya da vakit buluyordu. Çünkü bunlar insani uğraşlardır. Kapitalizmin özgürlük veya kurtuluş söylemiyle aydınlanmış insanlığa taahhüt ettiği eylemler bunlardır. Ancak görünen o dur ki geçmişi farklı parametrelerle yeniden pekiştirmekten geri kalmamış. Kapitalizmin insanlara sunduğu özgürlük onların kendi kararlarını alma, eğitim hakkı veya seçim hakları gibi göz boyayıcı unsurlarla süslendiğinden yaşam hakkı (ya da insan hakkı) yine kurgulanmış sınırlar içinde kalmaya devam etmiştir. Örneğin ne oldu da birdenbire matematiği, doğa ve sosyal bilimleri, tahtayı kesip vidalamayı, kaynak yapmayı öğrenmek zorunda kaldık? Çünkü bu yeni ve özgürleştirilmiş üretim tarzının gereğiydi ve öğrenilmesi kaçınılmazdı. Konuya öylesine farklı açılardan bakılabilir ki neresinden baksanız doğrular değişiyor.
Sözünü ettiğiniz bu değişim, tüm unsurları ile birlikte ne zaman gerçekleşir?
2020 yeni dünya düzeninin başlangıcı gibi duruyor. Elbette dünya düzeninin birden değişmesi söz konusu değildir. Ancak bir virüsün bütün dünyaya yaptığı göz önünde tutulursa değişimin o kadar da nazlı olmayacağı ortadadır. 2021’e geldiğimizde virüsün etkileri halen devam etmekle birlikte bu sefer mevzuya iklim değişikliği, kuraklık ve kıtlık da girdi. Sanki Birleşmiş Milletlerin 2030 sürdürülebilir kalkınma amaçları listesi takip ediliyormuş gibi sorunlar artarda dizilmeye başlandı. Bu listede neler mi var? Yoksulluğa son, açlığa son, sağlık ve kaliteli yaşam, nitelikli eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği, temiz su, temiz enerji, insana yakışır iş, yenilikçi altyapı, eşitsizliklerin azaltılması, sürdürülebilir şehir/topluluklar, sorumlu üretimi-tüketim, iklim eylemi, sudaki yaşam, karasal yaşam, barış-adalet-güçlü kurumlar ve amaçlar için ortaklıklar. Tüm bu bileşenlerde bir şekilde sorun oluşturulduğunu görmek çok mu zor?
Son dönemde yaşadığımız uzaktan eğitim ile söz konusu amaç (veya hedeflerde) yer alan nitelikli eğitimin pek de uyuştuğu söylenemez. Geleneksel eğitim ile tarzı yapabildiğimiz bu kadar. Burada uzaktan eğitimin gereksizliğinden veya yetersizliğinden bahsetmiyoruz. Geleneksel bakış açısıyla şu an yürüttüğümüz uzaktan eğitimin gereksizliğinden veya yetersizliğinden bahsediyoruz. Mekân ve zaman baskısı olmadan eğitim alınabilmesi güzel bir şeydir. Mevzu ki alınan eğitim bir işe yarasın. Önümüzdeki dönem geleneksel eğitimle kazandırmaya çalıştırdığımız becerilerin etkisinin azalacağını düşünüyorum. Kitlesel eğitimlerden uzaklaşarak bireysel yeteneklere kazandırılan becerilerin yetkinliğinden bahsedeceğiz.
Bugün bunları dile getirebiliyorsak “insanımızı nasıl eğitmemiz lazım? Eğitim gerçekte nedir ve gerekli olan nedir?
Bu soruları sorarak yeniden başlamalıyız. İnsanların yaşadıkları dünyaya, çevreye duyarlı, algı ve farkındalıklarının artması gerekmektedir. Bundan önceki dönem Nihilist bir dönemdi. Bizim hiçbir şey algılamamamız, düşünmememiz gereken bir dönemdi. Şimdilerde öyle değil. İnsanlar etkin olarak yaşadıkları yere entegre olmaya çalışıyorlar. O halde artık farklı bir eğitim gerekiyor. 45 dakikalık derste öğrenciye monolog anlatılan derslerin dönemi tükenmiştir. Eğitimin talep edilene verilmesi gerekir. Bizde öğrenciye eskiden talebe denilmesinin nedeni budur.
Etkin bir eğitim için öncelikle neye ihtiyaç duyduğumuzu keşfetmemiz gerekiyor. Yıllardır anlatılan hatta şarkılara söz olmuş (the Wall- We don’t need know education/ we don’t need self control) sloganlar artık kapımıza dayandı. Daha anlamlı, daha felsefi, daha işe yarar eğitimlerle topluma duyarlı insanlar yetiştirmemiz gerekiyor. Eğitim sistemimizi düzeltmenin yolu taklitçilikten geçmez. Bu hatayı bir kere yaptık sonuçlarını yaşıyoruz. Madem yeni bir dünyanın eşiğindeyiz, bir toplum sözleşmesi yapıp eğitim başta olmak üzere birçok şeyi yeniden düşünmeye başlayalım. Yoksa bir süre sonra dünyanın yeşil yeni mutabakatını canlandırmak üzere dibine serilen doğal desteğe döneriz.